Rastgele Meseleler


Bir Zamanlar Hollywood’da

Tarantino’nun son filmine filmin kendisiyle ilgili değil de oyuncuların performansıyla başlamam garibinize gidebilir ama izninizle Leonardo Dicaprio’nun muhteşem oyunculuğunu överek başlamak istiyorum. Brad Pitt ve diğerleri de çok iyiydi elbette. Ama DiCaprio’nun performansı beni gerçekten büyüledi.

Gelelim filmin insanlarda bıraktığı etkiye. Seyirci yorumlarına biraz göz gezdirdiğimde ağırlıklı iki yorum vardı. Bir grup Tarantino’ya toz kondurmazken, diğer bir grup bu filmin diğer filmlerine göre zayıf kaldığı kanısındaydı.

Benim bu filmle ilgili yorumum ise şu şekilde; evet Bir Zamanlar Hollywood’da Tarantino’nun en iyi filmi değil. Herhalde bu, Tarantino’yu çok sevdiği için sesli söyleyemeyenler olsa bile, herkesin hemfikir olduğu bir nokta. Ama film ince göndermeleriyle, ‘bu hikâye bir yere varamayacak galiba’ dediğiniz anda her şeyin çözüme ulaşmasıyla ve tabii ki ‘Biri Tarantino’nun çocukluğuna inip şiddetle ilgili mevzuunu çözmeli’ diye düşündürten klasik bol kanlı sahneleriyle gayet izlenilebilir bir film olmuş.

Benim en çok ilgimi çeken şeylerden biri de şu oldu; normalde Tarantino değil de bir başkası yazsaydı, izleyenlerin gerilmesine sebep olacak bu kanlı sahneleri salondaki tüm seyircilerin kahkahayla izlemesi oldu. Bu da daha önce Karl Iglesias ile ilgili yazımda bahsettiğim gibi; karakterlerin yaşadıklarının seyircide bıraktığı hissin, karakterin hissettiklerinden çok farklı olabileceğinin önemini ortaya koymuş oldu benim için.

Özetle bence Bir Zamanlar Hollywood’da izlerken klasik bir Tarantino filmine göre ortalamanın altında kalmış olsa da, izlenilesi bir filmdi.

Tiyatro ve Sinema Salonlarında Davranışlarıyla ‘Yok Artık!’ Dedirtenler

Ben hiç başka ülkede sinema ya da tiyatroya gitmedim. Aranızda yurt dışında yaşayıp gidenler salonlardaki insan davranışları bizdekilere göre nasıl değişiyor aydınlatırsanız sevinirim. Zira ben insanımızın davranışlarından biraz muzdaribim ve bu her yerde mi böyle merak ediyorum! 

Önce tiyatroyla başlayalım. Bir oyuna bilet alıp gittiğinizde oyunun tam ortasındayken oyunu ne kadar sevmemiş olursanız olun, hatta isterseniz nefret etmiş olun lütfen salonun terk etmeyin.

Diyebilirsiniz ki ‘Keyfimin kahyası mısın? İstediğimi yaparım!’ Elbette istediğinizi yapmakta özgürsünüz. Ama medeniyet dediğimiz şeyin, yazılı olmayan bir takım kuralların benimsenip bugüne kadar uygulanmasıyla geliştiğini düşünüp,  âdâb-ı muâşeret kuralları gereği salonda kalırsanız ölmezsiniz zannediyorum! Siz oyunun ortasında salonu terk ettiğinizde oyuncu üzerinde nasıl bir etki bıraktığınızı hiç düşünmüyorsunuz o anda belki ama bu gerçekten bir oyuncu için çok demoralize edici bir durum.

Her istediğini canı istediği zaman alıp-bırakmaya ve her hareketini kendine hak görmeye alışmış günümüz insanı için, bu kuralların pek önemli olmamasına şaşırmıyorum aslında. Ama en başında tiyatroya gidiyor olmamızın sebebi sadece oyun izlemek olmasa gerek diye düşünüyorum. Aynı zamanda bir şeyler öğrenmek, bir kültürü deneyimlemek için o salonda olduğunuzu göz önüne alırsak lütfen egonuzu, ‘ben canım ne isterse yaparım’ tavrınızı salonun dışında bırakın.

Ne zaman tiyatroya gitsem insanların oyuna girmeden önce ve oyundan çıkarken ki hallerini izlerim.  Defaatle, yukarıda bahsettiğim insanlar dışında kalan, seyircilerin tavrında bariz bir değişim olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. Oyunu izlemeden önce gayet sınırsız olan davranışları, oyundan sonra çoğu zaman şekil alıp, yumuşar. Girerken sizi itenler, çıkarken size yol verir.

Tiyatronun davranışlarımızı şekillendiren, karakterimize önemli katkıları olabilen bir sanat olması bakımından hayatımızda çok farklı bir yere sahip olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple bu tarz uygunsuz hareketler yapmak yerine; en başından oyunu iyice araştırıp gitmek, izlemek isteyip istemediğinizi iyice düşünmek herkes için en iyisi olur kanımca.

Bir de sinema salonuna gelip sürekli telefonuyla oynayanlar var. Bu özellikle diğer seyirciler için ziyadesiyle rahatsızlık verici bir durum. Çünkü tamamen karanlık bir salonda perde dışında gördüğünüz bir ışık doğal olarak dikkatinizi dağıtıyor. Ve seyir zevkinizi düşürüyor. Lütfen sinemadayken telefonunuzla oynamayın. Akıllı telefonunuza iki saat kadar girmediniz diye kıyamet kopmaz! Önemli bir işiniz varsa salondan çıkıp öyle halledin işinizi. Çok istediği filmi izlemeye gitmiş diğer seyircilerin hakkına tecavüz etmeden.

Hangisini Kullanmalıyım?

Geçtiğimiz ay aklı karışmış bir okuyucumdan bir mail aldım. Sinopsis ve tretman nasıl yazılır konusunda araştırma yaptığını ve birbirinden farklı bir sürü yöntem gördüğünü söylemiş. Ve doğal olarak hangisinin doğru olduğunu merak ettiğini sormuş ve okuduğu her yeni sayfada gördüklerinin aklını daha çok karıştırdığını ifade etmiş.

Bununla ilgili kafası karışık başkalarının da olabileceğini düşünerek bu konuya değinmeye karar verdim. Size bunu bir örnekle açıklayayım müsaadenizle. Diyelim ki hikayenizi 3 perdeli yapıya uygun olarak yazmaya karar verdiniz. Peki ama hangi 3 perdeli yapı? Bu konuda biraz araştırma yaparsanız 3 perdeli yapının onlarca farklı versiyonunu bulursunuz. Evet hepsi günün sonunda 3 perdeli yapının en temel şekline döner belki ama nihayetinde her birinin uygulanışı farklıdır.

Ve ilginç bir şekilde bu farklı tekniklerin sahibi olan herkes kendi tekniğinin en doğrusu, diğerlerinin ise yanlış olduğunu söyler. Peki bu durumda biz ne yapacağız? Hangi teknik en doğru bunu nasıl belirleyeceğiz?

Bu noktada bir yazar olarak tekniğinizin ve hikayenizin sizden istediğini karşılayan yöntem hangisiyse, sizin için en doğrusunun o olduğunu söylemek isterim.

Benzer bir şekilde sinopsis ve tretmanın nasıl yazılacağıyla ilgili de bir sürü farklı görüş var. Benim naçizane tavsiyem bu noktada içinde bulunduğunuz durumu değerlendirerek ona göre aksiyon alın. Ne demek istiyorum? Mesela geçtiğimiz günlerde Senaryo Yarışmalarından bahsettiğim yazımda, Türsak’ın yarışmasından söz ettim hatırlarsanız. Bu yarışma için sinopsis ve tretmanın kaç sayfa şeklinde yazılacağı belli. Tretman 8-10 sayfa arasında denmiş misal. Bu noktada isteseniz de 20 sayfalık bir tretman yazamazsınız. Kendiniz için yazarken 20 sayfayı aşmanızda sakınca olmayabilir ama sizi sınırlandıran böyle bir durumda bunu yapamazsınız.

Ve nasıl yazılacağıyla da ilgili de maalesef kendiniz karar vermek durumundasınız. Ben uzun uzadıya yaptığım araştırmalarda, sinopsis ve tretmanın hikayenizin önemli anlarının da dahil edilerek öykü şeklinde yazılmış bir özeti olduğunu görsem de, ülkemizde farklı şekillerde anlatımları mevcut. Örneğin bizde bahsedildiği gibi diyalog olmadan sahneleri yazın şeklinde bir tretmanla bu yarışmaya katılmanız pek mümkün değil. Çünkü maksimum 10 sayfa olması istenmiş. Eğer diyalogsuz sahneler şeklinde yazarsanız, ortalama 90 dk bir hikayeniz var diyelim, bu durumda tretmanınızın sayfa sayısı istenilen limiti aşacaktır. Yukarıda da ifade ettiğim gibi kendi yazım tekniğinize ve yarışma gibi özel durumlarda sizden istenilene göre nasıl bir anlatım izlemeniz gerektiğine karar verecek olan sizsiniz.

Bugünlük bu kadar. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çatışma Nedir? Hikâyede Çatışma Nasıl Kurulur?

Logline Nasıl Yazılır?

Senaryo, Logline, Sinopsis, Tretman, Sahne Listesi, Index Kart Nedir? Nerelerde Kullanılır?