Parazit ve Güney Kore Sineması
Merhaba.
Günün konusu başlıktan da anladığınız üzere Parazit filmi. Üzerinden uzun zaman
geçmiş olmasına rağmen bu filmi konu ediniyor olmamın önemli birtakım sebepleri
var. Yazının tamamını okuduğunuzda bu sebepleri öğrenmiş olacaksınız. Haydi başlayalım.
Film
hakkında çok konuşuldu biliyorsunuz. Süper filmdi diyenler oldu. Pek de bir şey
söylediği yok, abartılıyor diyen oldu. Ben daha iyisini yazardım diyen
senaristler çıktı! 😊
Oscar aldı ama aslında hak etmemişti, Amerika seçimlerinde aday olacaklardan
bir grup seçimlerde filmde verilen mesajları seçim sloganı olarak belirledi o
yüzden Oscar’ı alabildiler diyenler bile oldu.
Öncelikle
Oscar almış olması, üstelik birden fazla alanda almış olması çoğu insana fazla
görünmüş olabilir. Bence değil! Bu tesadüfi bir başarı değil. Ben filmin
Oscar’ı fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum. Burada Amerikan seçimleri etkili
olmuş mudur bilemem. Akademi üyesi falan değilim sonuçta!
Hepimiz
çok iyi biliyoruz ki hangi alanda verilirse verilsin (bilim, spor, sanat… fark
etmez); her ödül biraz yanlıdır, biraz siyasi mesaj içerir ve biraz da verilen
kişi gerçekten ortaya bir emek koyduğu, yaptığı iş etkileyici olduğu için, onu
onore etmek için verilir. Oscar’a aday olup, bir de
ödülü alabilmek istiyorsanız, önce insanların dikkatini çekecek kadar iyi iş
çıkarmanız gerekiyor bir zahmet! Yani siz iyi bir eser ortaya
koyamıyorsanız, özellikle de bir yabancıysanız sırf seçimlerde biz bu slogandan
yürürüz diye ödül verilmez kimseye!
Parazit
neden Oscar’ın bizim sandığımızdan daha güçlü bir adayıydı, neden bu kadar
ödülle dönmesine şaşırmamak lazım yazımın ikinci kısmında sebepleriyle
açıklayacağım ama gelin önce Güney Kore sinemasından biraz bahsedelim.
Benim
Güney Kore sinemasıyla tanışmam 2010 senesiydi. O zaman henüz 15 yaşındaydım :P
İlk izlediğim film The King and The Clown’dı (Kral ve Soytarı). Filmi çok
beğenince kamera arkasıydı, röportajlarıydı, filmle ilgili ne varsa izlemiştim
o zaman. Ve filmin yönetmeni Lee Joon-ik o zaman en çok dikkatimi çeken kişi
oldu. G.K. sinemasını Kim Ki-duk’tan ibaret sananlar bilmeyebilir ama adamların
çok başarılı senarist ve yönetmenleri var. Neyse konuyu dağıtmayayım. Yönetmen
Lee’nin bendeki olumlu etkisi bugüne kadar G.K. sinemasını yakından takip
etmeme vesile oldu.
G.K.
sinemasını konumlandırmak istersek, tam olarak Avrupa ve Hollywood’un arasında
bir tarzları var demek yanlış olmaz. Genel olarak filmlerin sanatsal ve ticari
tarafının birlikte değerlendirildiğini rahatlıkla görebilirsiniz. ‘Aman efendim
bu komple sanat filmi olsun, boş verin parayı mühim olan insanlık’ denmez ya da
tam aksine ‘Para para para, sanat da neymiş’ kafasını pek görmezsiniz. Orta
yolu tutturmak konusunda bizden daha başarılılar kısacası.
Filmlerinde
her türlü duygunun seyircinin iliklerine kadar işlemesini sağlamak amaçlanır
çoğunlukla. Mesela dram türündeki bir filmden ağlamadan çıkmazsınız. G.K.
sinemasına uzak olanlar için daha anlaşılır olması açısından şöyle bir örnekleme
yapabiliriz. Hani koronadan önce sinemaya gidebilirken izlediğimiz ve göz
yaşlarına boğulduğumuz 7. Koğuştaki Mucize filmi var ya, işte o bir Güney Kore
uyarlaması. Türk versiyonunda ağladıysanız, bir de orjinalini izleyin de
gününüzü görün efenim😊
Tabi
bunları her zaman süper izlenilir filmler çekiyorlar anlamında söylemiyorum ama
genel manada bütün bir sene çektikleri filmlerde seyirciyi tatmin edenlerin
oranı bir hayli yüksek.
Genel
G.K. seyirci profili de Türk seyircisinden oldukça farklı. G.K. sinemasında 10
milyon seyirciyi aşan filmler mevcut. Adamların nüfusu 52 milyon civarında! 10
milyon seyircinin hatırı sayılır bir rakam olduğu fark edilmiştir sanırım. Biz
de hangi filmlerin ne kadar izlendiği malum. Detaya girmeye gerek yok.
G.K.
de seyirci sanat yönü ağır basan filmleri cezalandırmıyor. ‘Aman canım para
verip sinemaya gidiyoruz gülüp eğlenelim değil mi ama’ demiyor insanlar. Bu en
sevdiğim tarafları. İki farklı türde
film, komedi ve dram aynı anda sinemalardaysa seyirci filmi hikayesine,
yönetmenine, oyuncularına göre değerlendirip öyle karar veriyor. İstisnalar
vardır elbette ama uzun zaman hem filmlerini hem de seyircinin davranışlarını
takip ettiğim için bu genellemeyi yapabiliyorum.
Şimdi
‘işin sosyolojik tarafını da değerlendirelim, bizim ülke olarak üzerimizde çoğu
ülkeden daha fazla baskı olduğu için seyirci ‘düşünmeden’ sadece eğlenmeyi
istiyor olabilir ne var bunda!’ diyebilirsiniz. Burada bir aşağılık
kompleksiyle bunları yazıyor değilim, yanlış anlaşılmasın. Ben her şeyin eksi ve artılarıyla birlikte değerlendirilip, ortada takdire şayan bir şey varsa dile
getirilmesi taraftarıyım.
Ben
de zaman zaman herkes gibi sadece güldüğüm filmler izliyorum ama sinemamızın
gelişmesini istiyorsak, seyirci olarak da sorumluluklarımız var maalesef. Bütün
bu söylediklerimle bunu anlatmaya çalışıyorum. Senaristler iyi hikaye yazsın, yönetmenler
süper çeksin, çeksin de seyirci de abuk sabuk filmleri tercih edip iyi iş
çıkaran adamları cezalandırmasın! Anlatmaya çalıştığım bu! Marifet iltifata
tabiidir sonuçta değil mi?
Tekrar
söylüyorum orada da her şey süpersonik değil elbette. Tekelleşme sorunu,
‘esinlenilen’ hikayeler falan biz de ne sorun varsa benzerleri orada da var.
Ama genel kapsamda değerlendirirsek, sinemada bizden daha iyi durumdalar
diyebiliriz.
Veee
Parazit! Haydi başlayalım. Söyleyecek çok sözüm var haberiniz olsun. ‘Buraya
kadar söylediklerin?’ Onlar hiçbir şey değil, daha yeni başlıyoruz. 😊
Not:
Filme dair tüm yorumlarımı izlediğinizi varsayarak yapıyor olacağım.
İzlemediyseniz benim yorumlarımdan da bir şey anlamamanız olası. Ayrıca her
şeyi anlatmak yerine, filmdeki en önemli sahneleri ve olayları anlatacağım.
Sizin iyiliğiniz için valla. Sabaha kadar yazımı okumak zorunda kalmayın diye.
Yoksa ben yazarım yani. Beni biliyorsunuz😊
PARAZİT (2019)
Filmin
analizini yaparken, eş zamanlı olarak yönetmeni de analiz ediyor olacağım ki her
şey daha net anlaşılabilsin. Küçük bir detay; filmin yönetmeni aynı zamanda
senaristi de.
Önce
biraz yönetmenin bir hikaye anlatıcısı olarak geçmişine, sinemaya bakışına
değinerek başlayalım. Yönetmen Bong, kendini bildi bileli Hollywood’un hikaye
anlatım tarzını çok beğendiğini ve kendisi de hikaye anlatırken Hollywood’dan
öğrendiği teknikleri kullandığını muhtelif röportajlarında söylüyor. Sırf bu
detay bile Parazit’in neden Amerika’da bu denli tutulduğunu açıklayabilir
aslında. Adam Hollywood’a, onların tarzında hikaye anlattığı için, hikayenin işlenişi
hiç yadırganmadan tıpkı bir Amerikan filmiymiş gibi muamele gördü. Filmin
genelinde Hollywood’dan spesifik esintiler görmek de mümkün. Mesela birazdan
değineceğimiz, filmin bol kanlı son sahneleri bir şekilde Tarantino’dan izler
taşıyor gibiydi. İzleyenler fark etmiştir.
Yazarla
ilgili küçük bir not: Tarantino’nun hayranı olan birisi olarak onun dışında kim
böyle sahneler çekerse yadırgıyorum. Ne zaman başka yönetmenler tarafından
çekilmiş bu tarz sahneleri izlesem, bir burukluk, bir kabullenememe…Sanki bu
sahneleri bir tek o çekebilirmiş gibi bir his😊
Devam
edelim.
Yönetmen
Bong biraz maceraperest bir ruha sahip anladığım kadarıyla. Parazit filmi için
senaryoyu tüm detaylarıyla yazmadan, ana hatları ve anlatmak istediklerini
netleştirdiğinde sete çıktığını ve filmin sette diğer sanatçılarla birlikte
şekillendirmeyi istediğini dile getiriyor. Nitekim kamera arkası röportajlarını
izlediğinizde sanat yönetmeninden, oyuncusuna varana kadar herkesin bir şekilde
filme katkı yaptığını görüyorsunuz.
Yönetmen
hakkında sizleri az çok bilgilendirdikten sonra gelelim Parazit’e. Filmin daha
ilk sahnelerinde ailenin yaşadığı zorlu hayatın neredeyse tüm detaylarını
görüyorsunuz. Evin oğlunun komşunun internet şifresini kırmaya çalıştığı yerde
filmin anlatmak istediklerine dair bir ön bilgi ediniyorsunuz. Parazit yaşam! Karakterlerle
ilgili küçük detaylar gösterilmek suretiyle onlar hakkında daha fazla bilgi
edinmemiz sağlanıyor.
…
Neden
bilmiyorum ama başından sonuna kadar filmin vermek istediği mesaj; parazit bir
yaşam süren aileden ve yaşadıklarından ya da sınıfsal farklılıklardan daha çok,
manipülasyonmuş gibi geldi bana. Daha ilk sahnelerden evin oğlunun karton
kutuları almaya gelen pizza görevlisini manipüle etmeye çalışmasından tutun,
ailecek zengin ailenin yanında parazit bir yaşam sürdükleri noktaya ve diğer
tüm meselelere kadar her şey manipülasyona işaret ediyor gibiydi. Yönetmen
adeta bütün film boyunca günümüz insanının ne kadar kolay manipüle
edilebildiğini göstermeye çalışmış. Ne kadar zeki görünürseniz görünün ya da ne
kadar göz alıcı bir yaşama sahip olursanız olun, insanların günlük meselelerden
en önemli işlerine varana kadar diğerleri tarafından istenildiği gibi yönlendirilebildiğine
gönderme yapıyordu sanki.
Herkes
filmin adından da yola çıkarak parazit yaşam olayına takılmış ve yorumlarken
oradan yürümüş ama bence filmin esas meselesi bu manipülasyon olayı. Kendi
hayatınızda da düşündüğünüzde karşılaştığınız insanlar bazen sizin gözünüzün
içine baka baka istediklerini elde etmek için sizi yönlendirmeye çalışmıyorlar
mı? Bu hepimizin başına geliyor değil mi? Ya da siz bu yönlendirmeyi fark
etseniz bile, insanlar hala bir umut anlamamış ayağına yatıp şansını zorlamaya
devam ediyor. Bu mesele hikayenin tamamında irili ufaklı detaylarla çok güzel
işlenmiş.
…
Kore
kültürüne aşina olmayan seyircinin anlamlandıramayacağı ama bilenlerin fark
edeceği küçük bazı detaylar filme zenginlik katmış. Örneğin; taş koleksiyonculuğu Kore’de belli
yaşın üzerindeki insanlarda yaygın denilebilecek bir şey bildiğim kadarıyla.
Diğer bazı film ve dizilerde de bu tarz koleksiyon yapan karakterin işlendiğini
izlemiştim. Bilmeyen için çok anlamsız gibi görünebilir ama aslında ülke
kültürünün hikayenin içine serpiştirilmesi güzel olmuş.
…
Karşımızda
film boyunca öyle bir aile var ki, kendi ihtiyaçlarını karşılamak ve
istediklerine ulaşmak için hiç kimseyi harcamaktan çekinmiyorlar. Arkadaşının hoşlandığı kızı emanet etmek için güvendiği tek kişi olan çocuğun, kızla
tanıştığı andan itibaren arkadaşına ihanet ederek sevgili olması örneklerden
sadece biri. Filmin sonlarında çocuğun yaptıklarından dolayı arkadaşına karşı
hissettiği vicdan azabı, spor salonunda yerde yatarken onun hediye ettiği taşa
sımsıkı sarılmasıyla gösteriliyor.
…
Zengin
ailenin kolayca manipüle edilebiliyor olması onları çok safmış gibi gösterdiği
için gerçek dışı gibi gelmiş olabilir ama bence sıradan insanlar için çok
önemli gibi görünen bir karar, kişi veya meselenin; varlıklı insanlar için o
kadar da önemli, üzerinde uzun uzun düşünüldükten sonra karar alınması gereken
bir şey olmadığının anlaşılması açısından, yaşamlarındaki ve karar
alışlarındaki farklılıklar güzel bir şekilde işlenmiş. Örneğin filmde zengin ailenin
yanlarında uzun yıllardır çalışan kişileri, iki gün önce işe aldıkları
insanların söyledikleriyle, sorgusuz sualsiz kovması, hem manipülasyon konusuna
gönderme yapmış hem de kendi düzenlerinin bozulmaması için insanları nasıl
gözden çıkarabildiklerini göstermek açısından önemli bir vurgu olmuş.
…
Belli
bir yere kadar hikaye fakir ve zengin ailenin arasında yaşananları anlatarak
devam ediyor. Ta ki evin eski hizmetçisinin de aslında uzun yıllardır ailenin
yanında kocasını saklayıp parazit bir yaşam sürmüş olduğu gerçeği ortaya çıkıncaya
kadar. Bu noktadan sonra işler karışıyor. Burada tüm karakterler grup olarak
düşünüldüğünde, zengin aile, bizim parazit aile ve hizmetçiyle kocası, hepsinin
ortak bir özelliği belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Herkes kendi istediği
düzen bozulmasın diye her şeyi yapabilir hale geliyor. Filmin başından beri
zengin ailede bu durum umursamazlık olarak kendini gösterirken, kaybedecek çok
şeyi olan diğer iki aile de ise vahşileşme olarak belirginleşiyor. Elindekileri
kaybetmemek için adeta açlık oyunlarındaymış gibi bir kafayla hareket etmeye
başlıyorlar.
…
Baba,
oğul ve kızın yağmurda evlerine gitmeye çalıştıkları bir sahne var, burası aile
fertlerinin yaptıklarının doğru olup olmadığını sorgulamaya başladıkları yer. Aslında
karakterlerin acımasız insanlardan ziyade, sadece çok iyi birer dolandırıcı
olduklarını ve diğer insanlara zarar verdiklerinin farkında olduklarını görüyoruz.
Evlerine
vardıklarında ise onları başka sorunlar karşılıyor. Mahallelerinin selden
etkilendiğini görüyorlar. Onlar eşyalarını kurtarmaya çalışırken zengin ailenin
evinde doğal olarak insanların hiçbir şeyden etkilenmediğini görüyoruz. Burada
iki aile arasındaki sınıfsal fark çok güzel ortaya konmuş.
Teknik
anlamda bu bölüm, Michael Hauge’in 2. Perdenin ikinci yarısındaki Complications&Higher
Stakes dediği yer tam olarak. Yani kahramanın içinde bulunduğu durumların her
geçen dakika daha da kötüleştiği nokta.
…
Babanın
başından beri planlı olmak ve plansızlık arasında gidip gelmesi şahane bir
şekilde işlenmiş filmde. Nasıl ki gerçek hayatta bazen detaylı bir plan yapmak
işe yararken bazen plansız olup akışına bırakmak gerekir (çoğunlukla elinizden
bir şey gelmediği için), burada da durum aynı.
…
Şimdi
gelelim filmin sonuna. Burası bence senarist adayları için son derece öğretici.
Yazımın başında da söylediğim gibi Yönetmen Bong Hollywood’dan son derece
etkilendiği için filmin sonu Kore filmlerinin çoğunda görmeye alıştığımız gibi
bitmiyor. Önce doğum günü partisinde başlayan ve parazit ailenin kızı, hizmetçi
ve evin babasının ölümüyle sonuçlanan kanlı sahneler var. İşte bu sekans filmin
sonu.
Sonra
hastanede başlayan ve zengin ailenin boşaltılan evinde saklanan babalarını
oradan almalarıyla sonlanan ayrı bir sekans var. Burası Michael Hauge’in
aftermath dediği yer. Yani karakterlerin hikayenin sonunda başlarına ne geldi, bütün
o yaşadıklarından sonra hayatlarında neler değişti bunları gördüğümüz yer.
Filme
dair bazı yorumlarda filmin iki ayrı sonu var gibi düşünülüp, ‘gereksiz olmuş, biri
tercih edilmeliymiş’ gibi yorumlar yapılmış. Bu filmde iki son yok arkadaşlar,
bir tane son bir de aftermath var. Ve ben özellikle bu kısmı çok beğendim.
Parazit ailenin bir kişi eksik olarak başladığı noktaya geri dönmesi ve artık
durumlarının eskisinden de kötü olması, zengin ailenin de hem babalarını hem de
bozulmasın diye herkesi harcamaya hazır oldukları düzenlerini bir daha düzelmemek
üzere kaybetmesi; hırsların, kendinden başka kimseyi önemsememenin,
açgözlülüğün … insanı nerelere götürebileceğinin görülmesi açısından son derece
etkileyici olmuş.
Özetle
Parazit’in; hikaye anlatım tarzının Hollywood’a çok yakın olması, teknik
anlamda başarılı bir iş çıkarmış olmaları ve başarılı bir tanıtım çalışması
yapmış olmaları sebebiyle aldığı ödülleri sonuna kadar hak ettiğine inanıyorum.
Darısı yakın gelecekte bizim başımıza inşallah😊
Bu
arada yönetmenin son derece mütevazi bir tutumla hem yaptıkları röportajlarda
hem de ödül akşamında ekibin tamamını onore edip, sürekli onları ön plana
çıkarması son derece anlamlıydı. Bu seviyeye gelen yönetmenlerde bu tarz
paylaşımcı bir tavır görmek çok sık rastladığımız bir şey değil. Ben Yönetmen
Bong’u yakın takibe aldım. Bir sonraki işini sabırsızlıkla bekliyorum. Eğer
buraya kadar yazımı sabırla okuduysanız, sizlere teşekkürü borç bilirim
efendim. İyi ki varsınız. Sevgiler😊
Yorumlar
Yorum Gönder