Film Analizleri - II


Merhaba. Bugünkü yazının konusu Green Book ve Honeyland. Yazacağım filmleri seçerken özellikle dikkat ettiğim şey, bana hem insani olarak hem de senarist olarak bir şeyler katabilmiş olmaları. Aşağıda inceleyeceğim filmlerin her ikisini de severek izledim. Umarım benim filmleri izlerken dikkat kesildiğim noktalar, senaryo yazarken nerelere dikkat etmemiz gerektiği hakkında sizlere küçük de olsa bir fikir verebilir. Keyifli okumalar.

Green Book (2018)

Ünlü bir piyanist olan Dr. Don Shirley’nin konser turu sırasında kendisine şoförlük etmesi için anlaştığı Tony ile yaşadıklarını anlatıyor Green Book. 

Aranızda vizyona girdiği dönemde ya da sonrasında bu filmi izlemiş ve hakkında konuşulanları duymuş olanlarınız vardır mutlaka. Hikâyeye konu olan ikilinin gerçekte böyle bir dostlukları yokmuş ve hikâye aslında Don Shirley’nin izni olmadığı halde çekilmiş. Filmde Shirley ile ilgili gerçeği yansıtmayan çok şey olduğu dile getiriliyor. Hikaye epey boyut değiştirmek zorunda kalmış anladığım kadarıyla.  İşin bu kısmı da ona yakın olan insanları en çok rahatsız eden şey sanırım.

Bu noktada Shirley’nin tarafında olanlar son derece haklı aslında. Çünkü siz ne kadar ‘aman canım bu bir biyografi değil sonuçta’ deseniz de insanlar gerçek hayattan esinlenilen hikayelerde olan her şeyi gerçekmiş gibi algılamaya müsaittir. Film izlendikten sonra, hele bir de sevildiyse, siz ‘olaylar aslında böyle değildi, bu kişi aslında anlatıldığı gibi biri değil’ diye kendinizi paralasanız da fark etmez. İnsanların büyük bir çoğunluğu olayları/kişileri filmde anlatıldığı şekliyle hatırlayacaktır.  Bu da hikayenin esas kahramanlarına haksızlık bir yerde.

İşin etik boyutu her türlü tartışılır özetle. Ortada anlatılmaya değer bir hikaye varsa ne pahasına olursa olsun yazmak isteyebilir bazıları. Ben olsam, ne kadar müthiş bir hikâye olursa olsun, maddi manevi bana ne katacak olursa olsun tarafların izni yoksa yazmazdım.

Gelelim filmin içeriğine. Green Book çok güzel bir yol hikayesi aslında. Hikayenin iki kahramanı Don Shirley ve Tony, keskin sınırları olan ve bu sınırları hiç kimse için yumuşatmamaya kararlı görünen iki adam. Fakat bu yolculuğun sonunda, ikisi de önyargıya dönüşmüş en temel değer yargılarımızın bile değişebileceğini öğreniyorlar bir şekilde.

Karakter değişimi nedir? sorusunun cevabını çok güzel bir şekilde görüyorsunuz bu hikayede.  Bazı hikayeleri karakterlerin kişilik özellikleri, bazılarını yaşanan olaylar ya da diyaloglar, bazılarını da karakter değişimi parlatır. Tam da bu sebeple filmde en çok dikkat edilmesi gereken nokta burası bence.

Hikayenin başında Tony’nin hayatının zorluklarına tanık oluyoruz hep birlikte.  Ve aynı zamanda onun karakteriyle ilgili ilk ipuçları da veriliyor doğal olarak. Tony son derece maskülen bir adam, aynı zamanda iyi bir aile babası.

Filmin hemen başlarında bir sahne var ki bence ‘Söyleme, göster!’ kuralı çok etkileyici bir şekilde işletilmiş. İki siyahi tamirci Tony’nin evinde işlerini yaparken akrabaları karısına ‘göz kulak olmak’ için evlerinde hazır bulunuyor. Tony uyanıp oturma odasına geldiğinde, maç izleyen akrabalarının gürültüsünden şikayet edip burada ne işiniz var deyince, karısının babası tamircilerle ilgili konuşmaya başlıyor ve adamlardan ‘kömür torbaları’ diye bahsediyor. Tony de adama cevap verirken ‘bu patlıcanları yollayacaklarını bilmiyordum’ diyor. Şimdi diyecekseniz ki ‘e hani söylemeyip gösterecektik! adamlar ırkçı düşüncelerini kendileri söylemişler zaten’. Evet söylüyorlar ama bu filmin özelinde esas gösterilmesi gereken bu duygunun derinliği.  Sahnenin ilerleyen dakikalarında Tony gidip tamircilerin limonata içtiği bardakları lavabodan alıp çöpe atınca anlıyoruz ki az önceki kısa sohbet, öylesine bir  konuşmadan çok daha fazlası. Karakter değişimi söz konusu olduğunda daha doğrusu ana odak bu olduğunda bir duyguyu/alışkanlığı vs ortaya koymak kadar onun derinliğini belirtmek de çok önemli bence.

Hikayenin bütününde Tony’i zorlayan en önemli sorunun bu olduğunu söyleyebiliriz. Zira birlikte yolculuk etmesi gereken Don Shirley bir siyahi! Bu yüzden Tony’nin siyahilere olan bakış açısı, onun karakter değişiminde kırılması gereken ana nokta olarak karşımıza çıkıyor.

Burada küçük bir parantez açalım, karakter değişimi derken kastettiğimizin basit bir özelliğinizi değiştirmekten daha fazlası olduğundan daha önce bahsetmiştim hatırlarsanız. Peter Russell diye bir senaryo hocası var. (Röportajlarını https://www.youtube.com/user/filmcourage izleyebilirsiniz) Onun bu meseleye yaklaşım tarzı benim çok hoşuma gidiyor. Diyor ki herkesin içinde çözülmemiş çok derin yaralar, önyargılar, problemli hisler vardır ve hikaye anlatırken ana karakterlerin özellikle bu ‘derin meseleleri’ üzerinden yol almak hikayeyi zenginleştirir.  Burada tam olarak bu durum karşımıza çıkıyor. Hikaye iki ana karakter olan Tony ve Shirley’nin bu sorunlu duyguları üzerinden yol alıyor. Tony’nin sıkıntısını söyledik, siyahi insanlara karşı hastalıklı bir tavrı var. Shirley ise siyahilere bakış açısını değiştirebilmek için kendince büyük tavizler vermiş ama bunu yaparken de daha az incinmek için etrafına koca koca duvarlar örmüş, zor bir adam. Ve zorunda kalmadıkça derinlerde ne yaşadığından bahsetmemeyi tercih ediyor.

Başlarda birbirinden tamamen farklı karakterlerdeki bu iki adamın birbirine alışması zor gibi görünse de, hikaye ilerledikçe gelişen arkadaşlıklarını izlemek keyifli bir hal alıyor. Onların ilişkileri, bazen birlikte yedikleri kızarmış tavukla, bazen de Tony’nin Shirley’i sıkıntılı durumlardan kurtarmasıyla derinlik kazanıyor. Ve filmin sonunda her ikisinin de karakterlerinde görmezden geldikleri taraflarını nasıl törpüleyip değiştirdiklerini görüyoruz.

Green Book kesinlikle izlenmeye değer bir film.

Honeyland (2019)

Honeyland; Makedonya’da yaşayan, arıcı bir kadının yaşamının bir kısmını gösteren belgesel türünde bir film.

Sadece ismini ve konusunu gördüğünüzde film size sıradan gelebilir. Diyebilirsiniz ki arıcılık yapanın bir kadın olması mı bu filmi ilginç kılan? Hayır. Daha ziyade hikâyenin baş kahramanı Hatice’nin bu işi son derece zorlu şartlarda, çok kısıtlı imkanlarla yapıyor olması. Filmin başında onu dağlık bir alanda arılara ulaşmaya çalışırken izliyoruz ki sırf bu sahne bile ‘Dünyada yaşamını devam ettirebilmek için, her gün hayatını ortaya koymak zorunda kalan insanlar var!’ ı bir kere daha düşünmenize sebep oluyor.

Hikayenin asıl etkileyici yanı ise; filmin ilerleyen dakikalarında geliyor. İnsanoğlunun açgözlülüğünün içindeki şeytanla birlikte çalışmaya başladığında yapamayacağı pek az kötülük olduğunu bir kez daha görmeye başlıyorsunuz hikaye ilerledikçe. Filmin hayatın gerçeklerini insanın yüzüne vuran bu acımasız kısmı, Hatice’nin annesiyle birlikte yaşadığı evin yanına göçebe bir ailenin taşınmasıyla başlıyor. Karı koca komşular, Hatice’nin tüm iyi niyetine her seferinde ‘bu kadar da olmaz!’ dedirten bir şekilde karşılık verip sinir harbi yaşamanıza ve kendinizi Hatice’nin yerine koyup üzgün ve çaresiz hissetmenize sebep oluyor. Bir kere daha anlıyorsunuz ki hiçbir iyilik cezasız kalmaz! Ve bütün bunlara rağmen, çoğu zaman bir yetişkinin gösteremediği sevgiyi ve vefayı bir çocuktan görebilirsiniz.

Yaşadığı kültürün bir insanın yaşamına nasıl yansıdığını, acı tecrübelerin, başlangıçların ve sonların en doğal haliyle aktarıldığı bu filmi mutlaka izlemenizi öneririm.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çatışma Nedir? Hikâyede Çatışma Nasıl Kurulur?

Logline Nasıl Yazılır?

Senaryo Yarışmaları