Film Analizleri -I



Merhaba. Bu başlık altında film analizi yapmayı planlıyorum. Ama bu teknik bir analizden ziyade, izlediğim filmde benim için etkileyici olan neydi, bir senarist olarak hikâye teknik ve duygu anlamında bana ne getirdi ne götürdü… bunun gibi meseleleri içerecek. Bu amaçla bazen bir filmi tamamen irdelerken, bazen de sadece beni etkileyen bir sahneyi inceliyor olacağım.

Çok önemli uyarı!

Arkadaşlar bu yazıların içeriğini oluşturacak filmlerin isimlerini yazının başında paylaşacağım. Aranızda spoiler konusunda hassas olanlarınız varsa lütfen filmlerin isimlerine bakıp yazıyı okuyup okumayacağına karar versin. Ben şahsen bu spoiler mevzuunu zerre takmayan insanlardan biriyim. Biri filmi bütün detaylarıyla anlatsa oturup hiçbir şey bilmiyor gibi izleyip heyecanlanıp, mutlu olur ya da gözyaşlarına boğulabilirim😊 Filmler: Rebel in the Rye, The Conductor.

Rebel in the Rye (2017)

Film 'Çavdar Tarlasındaki Çocuklar" romanının yazarı J.D. Salinger'in hayatını konu ediniyor ve bir yazar olarak kariyerinin başından itibaren yaşadığı zorlukları anlatıyor.


Sizi bilmem ama biyografi benim en sevdiğim türlerden biri. İnsanların hayatının bazen küçük bir kesitini bazen de tamamını izlerken; dünyanın bir tek size zalim olmadığını, kötü şeylerin bir tek sizin başınıza gelmediğini ve herkesin kendi koşullarında sizin kadar, bazen sizden daha zorlu bir mücadele vermek zorunda kaldığına tanıklık ediyorsunuz. Bu bir taraftan sizi üzüp, gözünüzü korkuturken; diğer taraftan eğer hikayenin ‘kahramanı’ sizden daha şansız bir hayat yaşamışsa bencilce ‘iyi ki böyle bir hayat yaşamıyorum!’ deyip derin bir nefes alıyorsunuz.

Rebel in the Rye biyografi olması sebebiyle herkese hitap edecek bir film olmayabilir. Ritmi bazen ‘Aman canım bu ne Allah aşkına, adamın biri bir şeyler yazacağım diye kıvranıp duruyor biz de onu izliyoruz. Bu kadar abartacak ne var, sanki atomu parçalayacak!’ diye düşündürebilir. Ama eğer bir yazarsanız filmi izlerken aklınızdan geçenler şu minvalde oluyor, ‘Valla ben de tam bunları yaşıyorum! Adamlar sanki hayatımı çekmiş’😊 Elbette Salinger’in yaşadıklarının aynısını yaşıyor falan değiliz ama bir yazarın ‘doğuş’ dönemi, hikayenin oluşumu sırasında yaşanan sancılı süreç o kadar güzel bir şekilde işlenmiş ki, bu filmi izleyip de kendisinden bir şeyler bulmayacak bir yazar yoktur diye düşünüyorum.

Başlarda Salinger’ın hocası Whit Burnett rolündeki  Kevin Spacey’nin ağzından Salinger’a verilen her öğüt, ben yazar olacağım diyen herkes için adeta bedava bir ders niteliğinde. Filmin yalnızca bu ikili arasındaki ilişkinin iniş çıkışları için bile izlenebileceğini düşünüyorum. Onların ilişkisi hikâyenin en önemli unsurlarından biriydi bence.

Salinger’ın yazar olma yolunda karşısına dikilen babası, ruhsal iniş çıkışlarının da etkisiyle bir türlü yolunda gitmeyen aşk hayatı ve bazen bir yazarın tüm hayatını o ‘mükemmel’ hikâyeyi bulmak için harcaması gerekebileceği çok etkileyici bir şekilde işlenmiş. Bence hikâyenin bu kısmı bütün hayatı boyunca diğer tüm eserlerini ortaya koyarken, adeta o tek bir esere hazırlık yapıyormuşçasına kendini buna adayan/adamak zorunda kalan tüm sanatçıları temsil ediyordu.

Bu arada kurgu ile gerçeği ayırt edemeyen insanların varlığı gerçek hayatta bazen tebessüm etmenize sebep olsa da, bu durum ileri götürüldüğünde, insanın tüylerini diken diken eden bir vaziyet alabilecek olmasının korkutucu bir örneğini de izliyorsunuz filmde. Kendisini hikayenin kahramanı zannedip yazarın peşine takılanlar!

Özetle ortalamanın üstünde bir film olan Rebel in the Rye, teknik anlamda size sınırlı bir şeyler katabilirken, bir yazar olarak hayat dersi veren bir film. İzlediğime asla pişman olmadım…

The Conductor (2018)

Orkestra şefi olmaya çalışan Antonia Brico’un hikayesinin anlatıldığı bu filmin türü biyografi/dram olarak geçiyor.
Ne yalan söyleyeyim bir kadın olarak hemcinslerimin ayaklarının üzerinde durduğunu görmek bana tarifsiz bir mutluluk veriyor. Bu sebeple bu hikayeyi izlemek benim için son derece keyifliydi. Sanki bir arkadaşımın hayat mücadelesine dahil olmuş gibi izledim. Her ne kadar filmin sonunda Antonia’nın hikayesinin sonunun, başı ve ortası kadar görkemli olmadığını öğrenmek içimde bir burukluk bıraksa da, bir şekilde tarihe adını yazdırmış kadınların varlığı bana güç veriyor. Kadın olmasaydı bu hikaye beni bu kadar etkiler miydi? Dürüstçe, bilmiyorum😊

Hayatın kadınlar için batıda pek bir kolay olduğunu zannedenler için, durumun hiç de öyle olmadığını, cinsiyetin hayallerinin önünde en büyük engel olabileceğinin ama her şeye rağmen hayata hırsla ve tutkuyla asıldığınızda neleri başarabileceğinizi anlatan bir hikâye bu. Benim filmden çıkardığım ders şu; bazen kadın olarak bir şeyler başarmak isteyip karşınıza türlü engeller dikildiğinde ve bir de üstüne hayallerinizle aşkınız arasında seçim yapmak zorunda kalsanız ve sonunda aşkınızdan vazgeçip hayallerinizi seçtiğinize pişman olsanız bile, bu pişmanlık günün sonunda ne kadar iyi bir iş çıkardığınız gerçeğini değiştirmez.

Filmin en etkileyici sahnesi ise Antonia’nın sahneye çıkmak istemediği bir anda hocasıyla yaptığı konuşmaydı. Bazılarınıza bu sahne çok sıradan gelebilir ama bence filmin mesajının sade ve etkileyici bir şekilde verilmesi sahneyi özel kılan şeydi.

Yukarıda da bahsettiğim gibi filmin tek hayal kırıklığı, benim için elbette, Antonia’nın hikayesinin sonunun ‘sıradan’ bitmiş olduğunu öğrenmek oldu. Neden bilmiyorum ama her ne kadar hepimizin hikayesinin birbirinden tamamen farklı olduğunu ve sıra dışı olduğu kadar, bütünün muhteşemliğine rağmen sönük sonlanan hikayelerde olabileceğini bu hikayeyle bir kez daha anlamış olmak beni biraz rahatsız etti. Oysa ben hayali uğruna çok sevdiği aşkını bile geride bırakan Antonia için daha başka bir son hayal etmiştim. Her sanatçının hayatı boyunca yeteneğini, eserlerini bazen çok küçük bir kitleye ulaştırıp, bununla yetinmek zorunda kaldığını yeni öğreniyormuşum gibi…



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çatışma Nedir? Hikâyede Çatışma Nasıl Kurulur?

Logline Nasıl Yazılır?

Senaryo Yarışmaları