Hikâye Fikri Nasıl Bulunur?
Fikir mevzuuna giriş yapmadan önce karıştırılan bazı kavramları
açıklayarak gitmek sanırım daha yararlı olur. Not: Daha detaylı tanım öğrenmek
isteyen arkadaşlarım bu konuda araştırma yapabilirsiniz.
Fikir; bir hikâyeyi anlatırken esas anlatmak
istediğimiz düşüncedir.
Tema; hikâyede ortaya konulan konunun ana
fikri.
Konu; tek bir kelimeyle ifade edilen,
hikayemizin ne hakkında olduğunu ortaya koyan kavram.
Bu üçünün hikâye yazmaya başlamadan önce anlaşılmış ve belirlenmiş
olması gerekiyor. Şimdi bir örnekle bunları nasıl ayırt ediyoruz onu
açıklayayım.
Eğer ben ‘AŞK’ hakkında yazacağım diyorsanız konunuzu
belirtmiş oluyorsunuz.
Eğer ben ‘Gerçek aşklar her türlü zorluğun üstesinden gelir’
mesajını vereceğim hikayemde diyorsanız temanızdan
bahsediyorsunuz.
Bu arada aynı tema birden fazla filmde işlenebilir. Hiçbir tema
kimsenin tekelinde değil. Mesela geçmişten bugüne en fazla işlenen temalardan
biri, benim de özellikle favori filmlerimden biri olan 1951 yapımı Hint filmi
Avare’nin de teması olan ‘İnsanlar doğuştan mı kötüdür? Yoksa çevre
şartları ve yaşadıkları mı onları kötü yapar?’dır. Şöyle bir düşününce
bu temanın bugüne kadar ne çok filmde kullanıldığını siz de fark etmişsinizdir.
Burada da gördüğünüz gibi filmin teması birinci örnekte olduğu
gibi kesin bir yargı olabileceği gibi, Avare örneğinde olduğu gibi kesin bir
sonuca varılmamış bir ifade de olabilir.
Bunlar dışında sıklıkla karıştırılan kavramlardan bir diğeri ise ‘konsept’.
Örneğin; Batman konsept olarak bir süper kahraman hikayesidir. Ya da hayatında
pek de başarılı sayılmayacak bir noktada bulunan bir insanın ‘Artık yeter. Bu
gidişe bir dur demeliyim’ deyip hayatının kontrolünü yeniden eline almaya
çalışmasını işliyorsanız konsepti geri dönüş olan bir filmden bahsediyorsunuz
demektir.
Özellikle Hollywood’da insanların sıklıkla konseptin sattığından
bahsettiğini duyarsınız. Aslında bu genel olarak her yerde böyledir. Söylemeye
çalıştıkları şey ; ne kadar harika bir konunuz olursa olsun süper kahraman
hikayesi yazan birinin hikayesinin (eğer tutar bir tarafı varsa, küçük bir
taraf bile olsa yeter) sizin önünüze geçmesi muhtemeldir. Çünkü bazı konseptler
özellikle ‘Blockbuster’ denilen gişe rekortmeni filmler için belirleyici etkiye
sahip. Bu tarz bir konsept seçtiyseniz diğerlerinden bir adım öndesiniz
demektir.
Türk sinemasında buna bir örnek ne ola ki derseniz; misal sıklıkla
gördüğünüz absürt bir karakterin ele alınıp, onun abartılı hareketleri üzerine
yazılan komedileri örnek gösterebiliriz. İsim olarak örnek vermeye gerek yok,
zira her iki Türk filminden biri bu konseptle yazıldığı için herhangi birini
seçebilirsiniz.
Şimdi isterseniz fikir nereden, nasıl bulunur ondan bahsedelim
biraz. Bir hikâye fikri bulurken birinci derecede faydalandığımız kaynak 'tecrübelerimiz'.
İster hikâye bütünüyle sizin tecrübe ettiğiniz bir olay olsun, isterse
hikayenizin içinde küçük bir parça olsun, tecrübelerimiz en önemli kaynaktır
bizim için. Bu sebeple eğer fikir bulmakta zorlanıyorsanız yaşadıklarınızı
gözden geçirmek faydalı olabilir.
Tabi burada hemen atlayıp ‘Benim öyle bir hayatım var ki, yazsam
film olur!’ muhabbetine girmeyin. Tecrübelerimizden faydalanalım derken bunu
kastetmiyorum. Senarist olan, olmaya çalışan herkesin aklından ilk geçen bu
oluyor genelde. Ama bu meselenin bazı sakıncaları var. Varsayalım hayatınızı
yazdınız;
1- Bir tane hayat yaşadığınıza göre bunu yazdığınızda ikinci
filminizde ne yazacaksınız? Öyle ya senarist olarak kariyer yapmayı
düşünüyorsanız, birden fazla senaryo yazmanız gerekecek malum.
2- Herkes az çok benzer zorlukları yaşıyor. Diyelim ki çok ekstrem
bir hayat yaşadınız ama yine de bunun insanların ilgisini çekeceğinden emin
olamayız. Şöyle düşünün Müge Anlı’ya çıkan insanların yaşadıkları, ilişkileri o
kadar karmaşık ki, benim diyen senarist böyle bir hayat hikayesi yazamaz. Şimdi
insanlar günlük hayatta bu denli ekstrem hayatları izlerken, sizin hayat
hikayenize sinema filmi olsa ‘pas verir’ mi bir düşünmek lazım.
Diyorsanız ki ‘Benim hayatım insanlara ilham olabilecek müthiş bir
geri dönüş hikayesi. Trafik kazası geçirip bütün ailemi o kazada kaybettim.
Üstüne belden aşağım felç oldu. Doktorlar bundan sonra yatağa mahkûm
yaşayacaksın dedi ama ben azmettim ayağa kalktım. Tüm kayıplarıma rağmen hayata
tutunup, … konuda büyük başarılar elde ettim’ hiç durmayın yazın hikayenizi!
Böylesine ilham verici bir hikâyeyi herkes izlemeli.
Ama her 3 insandan 2 sinin bir benzerini yaşadığı gibi; yok
efendim okurken maddi zorluk çektim, öğrenci evinde kalırken hep patates yedim,
son parama Starbucks’ta kahve içtim sonra akbilime yükleyecek param kalmadığı
için Levent’ten Pendik’e yürüdüm, her gün Mecidiyeköy’den metrobüse binip
oturacak yer olmadığı için Beylikdüzü’ne kadar ayakta yolculuk ettim…gibi çok
da sıra dışı olmayan (Tamam Levent’ten Pendik’e olayı bir parça sıra dışı
olabilir. Her gün başınıza gelecek bir şey değil sonuçta), aşağı yukarı
herkesin karşılaştığı birtakım zorluklar yaşadıysanız kimse hayatınızın film
olmasıyla ilgilenmeyebilir aklınızda bulunsun. Yaşadıklarınız önemsiz
olduğu için değil. Yaşadıklarınızı benim de tecrübe etmiş olma ihtimalim çok
yüksek olduğu için!
Normalde aslında herkesin kendinden bir şeyler bulması bir hikâye
için istediğimiz bir durum evet ama insanlar neden film izlemeye gidiyor bunu
bir irdelemek lazım. Seyirci açısından düşünelim, diyelim ki zor dönemden
geçiyorsunuz ve amiyane tabirle sizi gaza getirecek bir film izlemek
istiyorsunuz. Böyle bir durumda sizden çok daha zor bir durumdan çıkmış bir
insanın hikayesini izlemek istersiniz. Mesela kanserden dolayı iki
ayağını da kaybetmiş bir atletin, azmedip olimpiyat şampiyonu olduğunu gösteren
bir hikâye gibi.
Bence bir senaristin hikâye anlatırken aklının bir köşesinde
olması gereken en önemli şey şu; ‘Siz aynı zamanda bir seyircisiniz!’. Dürüstçe
kendinize sorun benim hayatımı başka biri yaşıyor olsaydı ve film olsaydı vakit
geçirmek için ya da ilham almak için izlemeye gider miydim? Eğer
hayatınız bir filmi doldurup, izletecek kadar etkileyici değilse,
tecrübelerinizi hikayelerinizde yeri geldiğinde parça parça kullanmak daha
iyidir.
Tecrübelerle ilgili bir diğer önemli noktada şu, yaşınız
ilerledikçe çok fazla şeyi bizzat tecrübe etmeniz sonucunda, yazarken ‘neden
bahsettiğinizi bildiğiniz’ için daha etkileyici bir şekilde yazabilirsiniz.
Örneğin 30 yaşındaki bir yazar o yaşına kadar çok fazla şeyi tecrübe ettiği
için kendisinden genç olan yazarlara göre daha avantajlı. Bu yazar kişisi; aşk
acısını, en yakın arkadaştan yenilen kazığı, maddi olarak dibe vurmuş olmayı ya
da benzeri pek çok şeyi bizzat tecrübe ettiği için, hikayesindeki karakteri
daha iyi tasarlaması ve ona daha etkili bir şekilde hayat vermesi mümkün
olabilir.
Peki tecrübe etmediğimiz olayları nasıl yazacağız? Diyelim 20
yaşındaki evladını kavgada kaybetmiş bir annenin hikayesini anlatacağız. Bu
durumda eğer böyle bir durumu bizzat yaşamadıysanız ya da yaşayan birine tanık
olmadıysanız tecrübelerinizden faydalanmanız mümkün değil. Burada empati
devreye giriyor. Yazdığımız karakterle empati kurarak; böyle bir durumda olsam
ne hissederdim? Nasıl reaksiyon verir, hayata nasıl tutunurdum? Ne yapardım?
gibi soruları kendinize sorup, aldığınız cevapları kullanabilirsiniz.
Bu arada eğer yazdıklarınız başkasının
hayatı ya da tecrübeleriyse kişinin haklarının korunduğundan emin olmak lazım.
İzinsiz yazıp başımızı derde sokmamak akıllıca olur. O yüzden eğer birinin
hikayesi hoşunuza gittiyse o kişiyle anlaşıp haklarını almak en iyisi.
Bir başka fikir kaynağımız ‘okuduklarımız’.
Ne kadar çok okursanız o kadar farklı konuda fikir bulma olasılığınız artar. Ve
hayır okumak derken Twitter’da ya da Instagram’da yazılanları kastetmiyorum!
Bildiğiniz ciltlisi ciltsizi bulunan, genelde dikdörtgen şekilde olan, yenisi
mis gibi kokan, ikinci eli çok zarar görmüş, hırpalanmışsa sizi eski sahibine
sövdüren, insanın ufkunu genişletip, bambaşka dünyalara götürüp getiren,
bazıları başucunuzda kendine özel bir yer edinmiş olan güzelliklerden,
kitaplardan bahsediyorum.
Bir konuyu açığa kavuşturmakta fayda var. Kitap okuyun derken
genelde bizde anlaşıldığı gibi illaki roman okumayı kastetmiyorum. Ne türde,
hangi konuda okumayı seviyorsanız onları okuyun. Zaten roman okusanız bile
yaptığımız şey kitabı alıp değiştirip senaryo haline getirmek değil! Bunu
yapıyorsanız romanın sahibiyle anlaştığınızdan emin olun. Ne okursak
okuyalım, okuduklarımızı ‘ilham kaynağımız’ olarak kullanmaktan bahsediyorum.
Dolayısıyla eğer roman okumaktan keyif alıyorsanız onu okuyun, yok eğer
ansiklopedi okumaktan keyif alıyorsanız, kaldıysa böyle bir çılgın, onu okuyun.
Yeter ki okuyun! Valla okumadan olmaz bak çok ciddi söylüyorum.
Bu arada senaryo yazmakla ilgili okuduğunuz teknik kitaplar
sayılmıyor canlarım😊 Onları zaten bu işi öğrenmek için
okumanız gerekiyor.
Diğer bir kaynağımız ‘gözlemlerimiz’.
Burası biraz sıkıntılı. Zira gözlem yapabilmeniz için önce kafanızı akıllı
telefonunuzdan biraz kaldırmanız gerekiyor maalesef. ‘Ama ben telefonum olmadan
bir hiçim! Onsuz yaşamayım, öleyim daha iyi!’ diyenlerdenseniz, ne diyeyim
Allah yardımcınız olsun. Sizin durumda zor! Ama üzülerek söylüyorum ki, gözlem
yapmanın kafanızı kaldırıp, dış dünyanızda olup bitenlere, insanlara,
konuşmalara … odaklanmak dışında bir yolu yok. Aslında üzüldüğüm filan yok.
Deve kuşu gibi kafasını telefonuna gömmüş insanları görünce sinir oluyorum
gerçekten!
Özetle gözlemlerimiz bizim için çook önemli. Çünkü onları sadece
hikâye fikri bulurken değil; karakter tasarlarken, diyalog yazarken ve daha pek
çok şey için kullanıyoruz. Ona göre düşünün taşının, bu gözlem mevzuunda ne
yapacağınıza karar verin artık.
Bu arada bu gözlem konusunda ‘Bu yazar milleti kafede oturup
yazarken, onca kargaşanın arasında nasıl kafalarını toparlayabiliyorlar anlamıyorum!’
diye düşünürken izlediğim bir röportajdaki senaryo hocası; senaristlerin
özellikle diyalog konusunda ilham almak için sıklıkla kafelerde oturmayı tercih
ettiklerini söylemişti. İnsanlar konuşmalarında ne tür kelimeler tercih
ediyorlar, konuşmaya nasıl giriyorlar… Düşününce gayet mantıklı aslında. Ama
ben yine de kendimi o kaosun ortasında oturmuş yazarken hayal edemiyorum.
Yapabilene kolay gelsin😊
Efendim bir de ‘araştırmalarımız’ var.
Araştırma yaparken her türlü kaynak bizim için kıymetli. Haberler,
üniversitelerde yapılmış araştırmalar, bu konuda girişimde bulunan sivil toplum
kuruluşlarının yaptıkları, tecrübeleri, bizzat o olaya maruz kalmış insanlar…
her şey! Dolayısıyla hiçbir tecrübenizin olmadığı herhangi bir konuda, sadece
araştırma yaparak bir hikâye yazmanız mümkün.
Diyelim ki spesifik bir konuda yazmayı çok istiyorsunuz. Kadına
şiddet olsun mesela. Ülkemizde bu konuda az bir araştırma yapsanız çok sağlam
fikirler bulmanız mümkün maalesef. Keşke fikir bulmakta sorun yaşıyor olsaydık☹Bu
konuda yazmak için böyle bir kötülüğü yaşamış kadınları ve yaşadıklarını
araştırıp, dilerseniz bir kişinin gerçek hikayesini anlatabilir ya da
okuduğunuz bir sürü kadın hikayesini ilham kaynağınız olarak kullanıp bu konuda
söylemek istediklerinize senaryonuzda yer verebilirsiniz.
Tekrar hatırlatıyorum; gerçek bir hikâyeyi aynen
senaryolaştırıyorsanız mutlaka izin alın!
Farklı hikâye fikri kaynakları da elbet var ama benim aklıma gelen
en önemlileri şimdilik bunlar.
Yorumlar
Yorum Gönder