Anlaşılmamak İçin Konuşanlar!




Uyarı: Aşağıda yazan insan tiplerinin istisnaları mevcuttur. Onları tenzih ederim. Üstüne alınan da kendi düşünsün artık!

Şimdi sizinle bir deneme yapalım. Bu yazıyı okumaya ara verin. Dediklerimi yaptıktan sonra geri gelin ama😊 Youtube’a girip herhangi bir yazarın ya da senaryo hocasının röportajlarından birini açıp, 2 dk izleyin ve yazının devamını ondan sonra okuyun. Ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
                                                                               …

Fark etmişsinizdir, bu insanlar bilgili görünmeye çalışırken o kadar ileri götürüyorlar ki olayı, ne dediklerini anlamak için dekoderinizin olması şart! Zaten karışık ve hayli dolu ortalama insan beyninin bu insanların dediğini, her bir kelimenin anlamını idrak etmek şartıyla, anlaması neredeyse imkânsız.

Ben bu insanların, sözlüğü açıp öğrendikleri kelimelerin en zor versiyonlarını bulup, onlardan anlamını yalnızca kendilerinin bildiği yeni kelimeler türetip, dertlerini onlarla anlattığına inanıyorum. Zira dikkat ederseniz bazen sohbetlerde öyle bir an geliyor ki, ne dediklerini kendileri de anlamıyorlar.

Önce senaristlerden/senaryo hocalarından başlayalım. Yurt dışında insanlara ‘Senaryo nedir? Nasıl yazılır?’ diye sorulduğunda, adamlar adeta ‘Kanser nedir? Nasıl tedavi edilir?’ diye sorulmuş gibi bir ciddiyetle ve gayet anlaşılır şekilde cevaplıyor soruyu.

Aynı senaryo sorusu bizden birine sorulduğunda ise diyalog şu şekilde gelişiyor;

Soruyu soran zatı muhterem: Senaryo nedir? Nasıl yazılır?

Senaryoyla şu ya da bu şekilde alakası olan kadın/erkek: Ah bu soru öyle hemen cevaplanabilecek bir soru değil ki kuzum! Senaryo yazmak kızgın kumlardan serin sulara atlamak gibidir. Dalgalıdır senaristin kafası. (Beynin kıvrımlarından bahsediyor olabilir burada, emin değilim) Her hikayeyle yeni bir karakteri yaratırken, adeta kendi iç dünyasının bilinmezlerinde yavaş yavaş kaybolur, sonra yeniden doğar! (Sanırım her senarist bir şekilde tasarladığı karaktere kendinden iz bırakır demeye getiriyor) Bir deryadır senaryo, sancılanır senarist onu yazarken. Böyle sancılı başlayan yolculuk, ömür boyu da öylece sürer gider.

Ne uzatıyorsun arkadaş! Az anlaşılır ol ya, merak etme havandan bir şey eksilmez. Senaryo teknik bir metindir, 3 perdeli yapı kullanılarak ya da hiçbir yapı kullanılmadan yazılabilir. Bitti, bu kadar. Biliyorsan tekniği açıkla, değilse sus. Nedir bu Türk filmi fırlamış karakter gibi sonu gelmeyen betimlemeler.

Bir de bunun edebiyatçı versiyonu var. Edebiyatımızın bazı güzide! isimleri yukarıdaki senaryo hocasıyla kanka kanımca. Ne yiyip içtilerse birlikte bunun da kafa güzel!

Soruyu soran, en az yazar kadar bilgili kimse (Bunlar da az değil aslında. Bazen sırf kimse bir şey öğrenemesin diye soruyorlar soruyu. Çoğu zaman maksat sadece konuğu cilalamak): Efendim bize biraz kendinizden, edebiyatın derinliklerine yaptığınız yolculuğunuzdan ve bu yolculuğun size bıraktıklarından bahsetseniz de, bugünün karmaşasında kaybolan zihinlerimiz biraz da olsa huzur bulsa.

(Edebiyatçıya soru soruyorsan, o soruda en az bir bağlaç, iki virgül yoksa sorma daha iyi. Ne kadar fazla noktalama işareti varsa, o kadar zengin görünür ne de olsa! Peki sorunun anlamı? Boş ver onu, o önemli değil)

Edebiyatçı insan evladı: Estağfirullah, aslında hepimiz bu fani dünyada birer yolcu değil miyiz? Sözünü ettiğiniz gibi edebiyatımızın ve dahi dünya edebiyatının en derinine, dibine kadar inmiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki, oralar buralardan çok farklı! İnsan gitmişken geri dönmek istemiyor Allah sizi inandırsın. Derinlerde gördükleriniz büyülüyor sizi ve ne olduğunu bile anlamadan vurgun yiyorsunuz. Bundan sebeptir senaristteki sancının bir benzeri bizde de oluyor hep. Karmaşık iç dünyamızı edebiyatın derinlerinde öğrendiklerimizle sadeleştiriyoruz. Müsaadenizle çayımdan bir yudum alayım, anlatırken bile heyecandan dilim kuruyor, yaşamanın bıraktığı hazzı varın siz düşünün (söyleyecek sözü kalmadı, zaman kazanıyor çakaal)…

Bu sohbetlerde genelde konuşanın bile anlamlandıramadığı saçma sapan, sırf söylemiş olmak için kurulan anlamsız bir sürü cümle, ne manaya gelip nerede kullanıldığından emin olunamayan bir yığın teknik kelime oluyor!

İşin ilginç tarafı ne biliyor musunuz? Aslında dinleyenlerde anlamıyor bu insanların ne dediklerini. Ama anlamadım derse aptal gibi görünürüm diye korktuğundan, anlamış gibi yapıyor. Korkma be ya! Onun da bir şey bildiği yok! Rahat ol! Öğrenmiş üç beş bir şey, sana bana satıyor işte.

Hani insan İlber Ortaylı’nın karşısında falan oturur da anlarım, bilmediğim anlaşılacak mı endişesini. Hoş İlber hocanın olduğu yerde kim olursa olsun ortamın IQ’su en an 20 sayı düşer zaten, kimse bilmiyorum tribine girmez. Çünkü bilmediğimizi biz dahil herkes biliyor olur. Ama söz konusu bu örneklerdeki insanlar olunca endişelenmenize hiç gerek yok inanın.

Her şeyden önce eğer o kadar çok bilselerdi, bildiklerini sadeleştirebiliyor olurlardı! Bkz. Bir başka güzide örnek Oktay Sinanoğlu - mekanı cennet olsun, yüce insan - adam koskoca profesördü, sana bana bilgisiyle takla attırır isterse, iki dakika gerçekten bildiklerini bildiği dilde anlatsın beynin yanar o derece ama hocaların hocası nasıldı? Hiçbir konuşması yok ki, dinleyen bir şeyler öğrenmeden kalksın o ortamdan. Her zaman gayet sade ve anlaşılırdı dili. Karmaşık, anlamakta zorlanacağımız bir şey varsa da sadeleştirirdi, Türkçeleştirirdi bizim için. Eğer amaç gerçekten insanlara faydalı olmaksa böyle olunmalı. 

Unutmadan, bir de bu bilumum senarist/senaryo hocası ve edebiyatçıların prim yaptığını görünce, yolundan gidip onları taklit edenler var. Bunlar inşallah yukarıdakilerin mertebeye ulaşamadan yok olacaklar inanıyorum ben.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çatışma Nedir? Hikâyede Çatışma Nasıl Kurulur?

Logline Nasıl Yazılır?

Senaryo, Logline, Sinopsis, Tretman, Sahne Listesi, Index Kart Nedir? Nerelerde Kullanılır?