İNGİLİZCE SORUNSALI!




Uyarı: Aşağıda okuyacağınız yazı ‘Ben İngilizceyi nasıl öğrendim’ yazısından ziyade, ‘Ben yaptım, siz de yaparsınız’ tarzında bir motivasyon yazısıdır. İyi okumalar.

Diyeceksiniz ki yine mi İngilizce! Valla öyle bir çağda yaşıyoruz ki bunsuz olmuyor maalesef. Adet olduğu üzere size önce  kendi maceramı anlatarak başlayayım izninizle.

Efendim bizim çocukluğumuzda öyle henüz embriyoyken başlamazdı İngilizce eğitimi. Önce kendi dilinde konuşmayı, yazmayı öğreniyordun. Öylesi daha kıymetli bir şeydi o zamanlar. Böyle anlatınca 80 yaşındaymışım gibi oldu, neyse😊 Orta okula kadar İngilizce için dert etmemiz gerekmezdi. Bizim için vakti geldiğinde sınavına çalışıp geçilmesi gereken derslerden biriydi sadece. Yok efendim konuşman hangi seviye, Amerikan aksanı mı? İngiliz aksanı mı? falan hak getire.

Her sene eğitime ‘What is your name?’ ile başlar ‘What is this?’ ile bitirirdik. ‘W’ ile başlayan başka sorular olduğunu öğrendiğimde 24 yaşındaydım. Saçma şakalarımızın bir numaralı malzemesiydi İngilizce. What is this karnımın içi dolu patiitis! Çocuk aklı işte, başımıza nasıl bir şeyin musallat olduğundan habersiz eğlenirdik kendimizce.

Mr. and Mrs. Brown vardı geçmiş gün. O dönemin Brangelina’sı! İlişkileri seviye seviye değişirdi. Önce basit sorularla başlarlardı, bitmek bilmezdi muhabbetleri. Sonra ne oldu bilmiyorum.  Hala muhabbetin dibine mi vuruyorlar, yoksa Mrs. Brown Mr. Brown’a ‘Ay yeter şekerim bırakalım şu işleri de sahil kesimine yerleşip organik meyve sebze yetiştirelim. Zaten örettiğimiz İngilizce kelimeleri/cümleleri hep birbirlerine küfür etmek için kullanıyor bu hayırsızlar. Uğraşamayacağım daha fazla!’ deyince bıraktılar mı İngilizce öğretmeyi, emin değilim. Üniversiteye başlayınca bir daha görüşmedik kendileriyle.

Ben bu İngilizce’nin bana çok çektireceğini daha birkaç dersin sonunda başıma getirdiklerinden hissetmedim değil aslında. Hoca harflerin nasıl okunacağını anlatırken ‘Bakın çocuklar İngilizce’de ‘a’ harfi ‘e’ olarak okunur’ dedi. Aklınıza şöyle bir soru gelebilir; bu kadar basit bir teknik bilgiyle insan başını nasıl bir derde sokmuş olabilir ki? Ortalama bir insan bu bilgiyle hiçbir halt yapamaz ama ben yaparım.

Dersten çıkıp eve gidince, anneciğim bizi okula heveslendirmek için ‘hepinize bir şeyler alacağım’ dedi. Bende fırsattan istifade ‘Ben çorap istiyorum’ dedim. Anne ne istiyorsun evladım dediğinde, ‘tablet’ denilmediği zamanlarda geçiyor bu olay. 

Tamam dedi. Bana para verdi de kendim mi gidip aldım, yoksa hep birlikte mi gittik hatırlamıyorum. Sanırım yirmi küsür yılın ardından nihayet beynim bu anıyı silmeye başladı. Buradan sonrasını tek başıma gitmiş olarak kabul edip anlatacağım. Böylesi bana kendimi daha iyi hissettiriyor.

Mahallemizdeki tuhafiyeciye gittim. Ben gittim, yalnızdım.

Abi: Hoş geldin. Ne bakmıştın?

Ben: Çorap alacaktım abi.

Abi: Ne renk istiyorsun abicim?

Ben: Seks mavisi var mı abi? En sevdiğim renk!

Derin bir sessizlik…

Abi: Abicim o saks mavisi olmasın!

İç sesim: Cahil hiç İngilizce görmemiş hayatında belli.

Ben (bugün bile o an kısılmış olmasını tüm kalbimle arzuladığım dış sesim): Seks mavisi diye okunur o! Var mı, yok mu?

Türkçesi Saks Mavisi, İngilizcesi Sax Blue, hatta tonu ona yakın daha risksiz bir versiyonu da var Navy. O gün hangi akla kulluk neden böyle telaffuz ettim hiçbir fikrim yok. Keşke olsaydı! Nasıl bir bağlantı kurdum, niye ham haldeki bir bilgiyi öğrenir öğrenmez, alelacele kamuya açık alanda paylaşma gayretine girdim bilmiyorum. Daha da İngilizce tek kelime etmedim zaten!

Neyse hikayeye geri dönelim. O gün abi bıyık altından gülerken bir terslik olduğunu anlamıştım. Ne olduğunu öğrenmem çok uzun sürmeyecekti. Bir sonraki İngilizce dersinde,

İngilizce öğretmenimiz: ‘Evet çocuklaar geçen hafta İngilizcede ‘a’ nın ‘e’ olarak okunduğunu görmüştük. Ama her ‘a’, ‘e’ olarak okunmaz tabii’.

Ben: Tabii derken! :S

Örtmeniiim bu detayı ilk derste vereydin iyiydi!

Neyse büyütülecek bir şey yok değil mi? Herkesin İngilizceyle ilgili bir iki kötü anısı vardır mutlaka. Zaten bir daha abinin dükkanına da gitmedim, yolda karşılaşınca da tanımıyormuş gibi yaptım. Bitti gitti.

Ha bir de İngilizce öğretmenimiz beden eğitimi branş hocası olmadığından o derse de girerdi. Planör duruş yaparken İngilizce konuşturmaya çalışmak nedir arkadaş! İddia ediyorum benim diyen psikolog, en kral teknikle çocukluğuma insin, İngilizce ile ilgili bende neyin travmaya sebep olduğuna dair net bir şey bulamaz.

Ortaokul, lise, üniversitenin ilk yılı İngilizce gördüğüm yıllar. Ama bu görmek dersi geçmeye çalışmaktan ibaretti dediğim gibi. Sonra yüksek lisans vs. derken yavaş yavaş niye akademik olarak başarılı olsam da bir türlü yükselemediğimi anladım. İngilizce! Nereye gitsem karşıma çıktı. Hatta bir gün gittiğim bir iş görüşmesinde, bütün özelliklerim diğer adayın özelliklerinden iyi olmasına rağmen, o İngilizce bildiği için onu işe aldılar. Artık gerçekten biliyor muydu, yoksa çakallık edip sırf özgeçmişi dolu görünsün diye biliyorum mu yazdı emin değilim. Günahı boynuna.

Anlayacağınız benim İngilizce ile yıldızım hiç barışmadı. Hep gereksiz gördüm öğrenmeyi. Bugün keşke direnmeyip daha önce öğrenseydim diyorum.

Senarist olmak için ne gerek var İngilizce öğrenmeye diyebilirsiniz. Öncelikle bence meslekten bağımsız herkesin bir şekilde, bir seviyede İngilizce biliyor olması gerek.

Ben en başından beri neredeyse hiç Türkçe kaynak okumadım senaristlikle ilgili. Çünkü amacım aynı zamanda İngilizcemi de geliştirmekti. Ama daha sonra araştırınca fark ettim ki zaten senaryo yazımı ile ilgili çok fazla Türkçe kaynak yok (İngilizce kaynaklarla kıyaslayınca).

Özetle anlatmaya çalıştığım şey şu; bugün dünyada her şeyin dili İngilizce! Ana dili İngilizce olmayan insanlar bile, daha fazla insana ulaşacaklarını bildikleri için İngilizce paylaşım yapmayı tercih ediyorlar. Bir senarist olarak İngilizce öğrenmek size pek çok kaynağa ulaşım kolaylığı sağlayacak. Ulaştığınıza çok memnun olacağınız kaynaklara hem de! Eğer İngilizce öğrenmek yerine birileri bu iyi kitapları çevirsin diye beklerseniz, çoook uzun süre beklemek zorunda kalabilirsiniz. Üstelik çevirisinin iyi olacağının da garantisi yok.

Bir kütüphanede John Truby’nin kitabını alıp okumaya başlayınca anladım bunu. (Halk kütüphanesiydi. Gördüğüm an sevinç göz yaşlarına boğuldum. Turby’i ve daha fazlasını halk kütüphanelerine kadar koyduysak sinemamız gelişecek ben inanıyorum) Aklımdan geçen şuydu açıkçası; ‘Aman canıım bu internetteki insanlarda amma abartıyorlar. Teknik bir kitap ne kadar kötü çevrilmiş olabilir ki!’ Kitabın bir sayfasında şu kelimeyi gördüm ‘gübre’! Umarım yorgun olduğum için yanlış görmüşümdür ama eğer doğruysa senaryo kitabında ne gördüler de gübre olarak çevirdiler bilmiyorum gerçekten.

İngilizceyi istemiyorsanız konuşmak zorunda değilsiniz elbette, ama okuduklarınızı ya da duyduklarınızı anlayabiliyor olmak size çok büyük fayda sağlayacak bir senarist olarak emin olun.

Ben kesinlikle İngilizce bir şey öğrenemem, nefret ediyorum derken, bana İngilizce öğrenmeyi keyifli hale getiren Özkan Çelen oldu. Kendisine teşekkürü borç bilirim. (http://www.ozkancelen.com/) Öyle rahat bir tarzı var ki, İngilizce ile ilgili bütün kötü anılarım silindi, bana yapabileceğimi hissettirdi.

Sonrasında başka kaynaklardan çalışmaya devam ettim. Kolay oldu diyemem. Ben öğrenmeye başladığımda 26- 27 yaşında falandım sanırım. Hala da öğrenmeye devam ediyorum, çok iyi sayılmam. Okuduklarımı ve duyduklarımı rahatlıkla anlayabiliyorum, konuşma eh işte. Yüce atamız Cem Yılmaz’ın dediği gibi, derdimi anlatacak kadar😊 Ama şunu anladım ki ihtiyacım olan, birinin bunun öğrenilebilir olduğuna beni inandırmasıymış. Özkan Çelen’in anlattığı derslere çalışmak beni sıfırdan alıp belli bir noktaya kadar getirdi. Ben kendisini tanımam, bunları da sırf gerçekten fayda sağladığım için yazıyorum. Kursa verecek parası olmayan insanlar için bu tarz kaynaklar büyük nimet.

Genel olarak internette nasıl öğrendiğini anlatan her 10 kişiden 9’u nasıl öğrendiyse, ben de aynı şeyleri yaparak öğrendim. Seviyeme göre hikaye okudum, Friends izledim, bilmediğim kelimeleri not ettim…

Size son olarak şunu söylemek isterim. Kaç yaşında olursanız olun, ne yapmak istiyor olursanız olun, başlamak için asla çok geç değildir! Evet belki 10-12 yaşlarındaki bir çocuk kadar hızlı öğrenemeyebilirsiniz. Ama tıpkı senaristlik gibi, yeteri kadar zaman ve emek harcamaya hazırsanız, öğrenmemeniz için hiçbir sebep yok. Ve bir de size yeni şeyler öğrenmek konusunda büyük özgürlük sağlayacağını aklınızın bir köşesinde tutarsanız daha hevesle sarılırsınız bu dil öğrenme işine.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çatışma Nedir? Hikâyede Çatışma Nasıl Kurulur?

Logline Nasıl Yazılır?

Senaryo Yarışmaları